Yaşadığım şehir
olan İstanbul’da, tatil günlerinde, keyifli zaman geçirebileceğiniz yerler oldukça
çoktur. (Fakat çalıştığınız günlerde eğer trafikte zaman geçiriyorsanız kâbus
gibi olabilir.)
Gezmek kadar yemek
için de sayısız alternatif mekân vardır. Hemen hemen her bütçeye uygun lezzetli
ve güzel bir yer bulabilirsiniz. (Bu konuyla ilgili bildiklerimi de
paylaşacağım. Çünkü ben hem çalışma hayatımda hem de öğrenciyken İstanbul’da
yaşadım. Bana göre İstanbul’un en güzel okullarından birinde Mimar Sinan Üniversitesi’nde.
Dolayısıyla en ucuz ve en pahalı yerler konusunda deneyim sahibiyim.)
İstanbul
dendiğinde akla hemen tarihi yarımada gelir. Hiç görmeyenler için görülmesi
gerekir gerçekten. (Yıllarca İstanbul’da yaşayıp buralara gelmeyen çoktur. İstanbul
insanı çeşit çeşit.) Tarihi yarımada söz konusu olduğunda Ayasofya,
Sultanahmet, Yerebatan ve Topkapı Sarayı en bilinen tarihi mekânlardır.
Buraların
güzelliği hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Fakat Gülhane Parkı’ndan (Gülhane Parkı
sarayın aşağı kısmına tekabül eder ve İstanbul’un en heybetli parklarındandır.
Daha da heybetlisi Taksimdeki Gezi Parkı tabii ki. Gülhane Parkı tarihte önemli
bir yere sahiptir. Hafta içi sakin zamanlarda bu parkta eğer imkân varsa
kahvaltı yapılabilir ve çay kahve içilebilir, fakat sadece yürümek de oldukça
rahatlatıcıdır. Tatil günlerinde çok kalabalık olmasına rağmen bütün görkemiyle
tarihe meydan okuyan o ağaçlar bir arada muhteşemler.) Topkapı sarayına doğru
çıkarken sol tarafta kalan İstanbul Arkeoloji Müzesi mutlaka gezilip görülmesi
gereken bir müzedir. Hatta İstanbul Arkeoloji Müzesi
VirtualTourist.com tarafından derlenmiş
olan İlk 10 Müze Listesi'ne girdi.
İstanbul Arkeoloji Müzesi, çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eserle,
dünyanın en büyük müzeleri arasındadır. Türkiye'nin müze olarak inşa edilen en
eski binasıdır. 19. yüzyılın sonlarında ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey tarafından İmparatorluk
Müzesi olarak kurulmuştur ve 13 Haziran 1891
tarihinde ziyarete açılmıştır.*
Bu mekâna girdiğinizde tarih kitaplarında gördüğünüz
tanıdık yüzlerle karşılaşırsınız. Bütün bu yüzler İstanbul’da bu kadar yakında
mıydı diye şaşırırsınız. Her heykel ayrı bir şaşkınlıktır. Ama keyifli bir
şaşkınlık.
Topkapı Sarayının ana kapısındayken bir tarafınızda Soğukçeşme
Sokağı vardır.
Soğukçeşme Sokağı İstanbul'un Sultanahmet semtinde yer alan, üzerinde
tarihsel evlerin bulunduğu küçük bir sokaktır. Ayasofya Müzesi ve Topkapı Sarayı arasında yer alan bu sokak trafiğe kapalıdır. Soğukçeşme Sokağı adını yine bu
sokakta bulunan, III.Selim dönemine ait 1800 tarihli mermer bir Türk çeşmesinden
almıştır.*
Diğer taraftan aşağıya doğru yürüdüğünüzde Cankurtaran’a
uzanan bir yol vardır. Tarihle birlikte insan manzaraları da görmek isterseniz
doğru yoldasınız, yürüyün biraz ileride Erol Taş’ın kahvesini göreceksiniz.
Burada oturup bir kahve içmek sizi eski günlere götürebilir.
Bu sokaklarda yürüyerek ilerlemek bu mekânların
dokusunu daha iyi anlamak için idealdir. Eğer fotoğraf çekme merakınız varsa
buralarda sıcak samimi portreler çekebilirsiniz.
Eğer vaktiniz varsa Cankurtaran’dan-Yedikule Zindanlarına
kadar uzanan yolda (hava eğer serinse) yavaş yavaş yürüyebilirsiniz. Fakat
dönüş yolu için toplu taşıma araçlarını kullanmanız akşam Taksim’de bir şeyler
içmek için enerjinizin olmasını sağlar.
Çünkü Taksim İstanbul’un gece hayatının merkezidir.
Her ne kadar son bir yılda çok farklı anlamlara bürünse de Taksim yine de gece
takılmak için oldukça uygun. Taksim bu anlamda ikiye ayrılır bana göre.
Nevizade ve Tünel olarak. Nevizade de meyhanelerin yanı sıra daha çok öğrencilerin
bir araya gelip vakit geçirdikleri birahaneler de mevcuttur ve fiyatları uygun
denebilir. Fakat Nevizade meyhanelerinde önceliğiniz lezzetse hüsrana
uğrayabilirsiniz, çünkü yıllardır aynı kuru kalamar ve çok az konulmuş karides
tabaklarıyla karşılaşırsınız. Fakat sokakta bulunmak, yan masanın muhabbetine
ortak olmak, belki de hayal kırıklığına hiç uğratmayan taze bademden yemek,
İstanbul’dur. Daha lezzet odaklı tercihler tünel tarafında mevcuttur. Bilmelisiniz
ki buralar pahalıdır. Nevizade’ye göre daha sessiz sayılabilir. (Cuma ve
Cumartesi günleri sessiz ve boş yer bulacağınızı ummamalısınız.)
Buraya kadar sizinle paylaştıklarım dolu dolu bir
İstanbul gününü geçirmek için uygun. İstanbul’u daha önce hiç görmeyenlere de
İstanbul da yaşayıp daha önce buralara gelmeyenlere de şiddetle tavsiyemdir.
Bir diğer İstanbul rotası Sultanahmet Meydanı’ndan
yukarı doğru çıkmaktır. Yine bol bol yürümeli bir gün olacak. Sultanahmet’in bu
kısmı turistik eşyaların ve her çeşit turistin yoğun olduğu bir bölgedir. Yukarıya
Laleli’ye doğru çıkarken Çemberlitaş’tan (Bir diğer adı Konstantin Sütunudur)
geçeceksiniz.
M.S. 330’da Başkentin Roma’dan İstanbul’a
nakli sebebi ile şehrin ikinci tepesindeki büyük oval bir meydanın ortasına,
Konstantin in şerefine dikilmişti. Form Konstantin diye bilinen meydanın etrafı
sütunlu galeriler ile çevriliydi. Çemberli taş, yanık sütun olarak ta bilinir.
Orijinalinden daha kısa hali ile günümüze gelebilmiştir. Eskiden üstünde Büyük
Konstantin’in güneş tanrısı pozundaki heykeli bulunurdu. Sütunun porfir
blokları zamanla ve yangınlardan çatladığı için demir çemberlerle çevrilmiştir.
Mermer başlık 12 yy., alttaki örme takviye kısmı 18 yy. aittir. Sütunun
dibindeki küçük bir odada erken Hıristiyanlığa ait kutsal emanetler odası
olduğuna inanılırdı. Buradan geçen ana yol Büyük Konstantin devrinden beri aynı
güzergâhtadır.*
Çemberlitaş’ın
altında Osmanlıdan kalma altınların olduğu söylenir hep, bu bilgi İstanbul’un
efsanelerinden biridir. Çemberlitaş’tan aşağıya doğru yürüdüğünüzde nelerle karşılaşacağınız
başka bir günün konusu.
Çemberlitaş’tan yukarı yürümeye devam ettiğimizde
hemen sağ tarafta tarihi Çorlulu Ali Paşa Medresesi vardır ki, İstanbul’un en
eski kahvehanelerinden biridir. Burada soluklanabilirsiniz. Siyah çayın yanı
sıra adaçayı ve elma çayı da tercihler arasında olabilir. Ayrıca nargile
tüttürmek için de idealdir. Fakat bana göre böyle mekânların mevsimi
sonbahardır. Birazcık da üşümüşseniz bu kahvehane biraz klasik olacak ama
içinizi ısıtabilir.
Kahveden çıktıktan sonra gezimize aynı istikamette
devam edersek, her zaman çok fazla kalabalık olan, Beyazıt Meydanı’na ve
dünyanın en eski üniversitelerinden birinin kapısına varırız. Bu kapı
üniversiteye hazırlanan her öğrencinin hayalidir. İçeriye girip dolaşmanıza
izin verilmeyecektir (Çünkü üniversitenin kapısında güvenlik durmaktadır!) ama
girebilseniz oldukça geniş bir bahçe ve Beyazıt Kulesi’ni göreceksiniz.
Beyazıt Kulesi, yangınları gözetlemek ve haber vermek amacıyla İstanbul 'un
Beyazıt semtinde 1749 yılında inşa
edilen 85 metre yüksekliğinde kule. Gözetleme yerine kadar çıkan merdivenler
180 basamaktan ibarettir. Başlangıçta ahşap olarak inşa edildi. 1756'daki Cibali
yangınında yandı. 1826'da
yeniden yapılan kule yeniçeri ayaklanmasında tekrar yandı. Kule üçünçü kez Sultan II.Mahmut
zamanında, 1828
yılında Senekerim Balyan'ın mimarlığı altında tekrar
yapıldı. Beyazıt Yangın Kulesi, Nöbet
Katı, İşaret Katı, Sancak Katı olmak üzere üç bölümden
oluşur. Yangın, Beyazıt Kulesinden gündüz sarkıtılan sepetlerle, gece ise fener
yakılarak haber verilirdi. Uzun süre geceleri farklı renklerde aydınlatılarak
İstanbullulara ertesi günün hava tahminin duyurulması için kullanıldı. Kulenin
mavi renkte aydınlatılması ertesi gün havanın açık olacağını, yeşil yağmuru,
sarı sisi ve kırmızı karı haber verir. Bu uygulamaya 1995 yılında son verildi,
2010 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin
girişimiyle tekrar başlandı.1997 yılında başlayan restorasyon çalışmalarına
kadar kullanılamayacak durumda olan kule iki yıl süren çalışmalar sonucunda
eskiden olduğu gibi yangın gözetleme, meteoroloji ve yol durumunu bildirmek amacıyla kullanılmaktadır. Günümüzde İstanbul Ünivetrsitesi'nin Merkez Kampüsü içinde
yer alır.*
İstanbul
Üniversitesinin hemen karşısındaki camii Beyazıt Camii’dir.
Bayezid Camii (Beyazıt Camii ve Beyazıd
Camii olarak da bilinir) İstanbul'un Bayezid semtinde Sultan II.Beyazıd tarafından yaptırılmış ünlü
bir cami. Osmanlı klasik dönem mimarisinin erken dönem eserleri arasında bir
yapıdır. Semte dağınık bir şekilde inşa edilmiş olan külliyenin ana elemanı
durumundaki parçasıdır. Mimarının kim olduğu kesin olarak bilinmez.*
İstanbul
Üniversitesinin yanındaki caddeden yürümeye başladığınızda etrafınızdaki
binaların üstlerindeki tabelaları okuyunuz hepsi üniversitenin bir parçasıdır.
Aralarda
bolca kırtasiye ve irili ufaklı kafeler mevcut, hepsi de öğrenci işi. Bu küçük
gezinti sürerken eğer acıktığınızı düşünürseniz yine bir İstanbul klasiğini
yaşamak üzeresiniz. Süleymaniye Camii’nin önünde bulunan kuru fasulyeciler hem
çok ucuz hem çok lezzetli. (Yurtdışındaki gezilerimizde her zaman turdan kopup
yerel halkın yiyip içtiği yerleri bulmaya çalışmışımdır. Çünkü işletme orada
yaşayan birini memnun etmişse işini doğru yapıyor demektir.) İşte Süleymaniye’ye
gittiğinizde, üniversite kantini fiyatına yediğiniz kuru fasulye, pilav, salata
ve ayran dörtlüsünün çok lezzetli olduğunu görürsünüz. Çünkü burada genellikle
turist bulamazsınız.
Yemekten sonra Süleymaniye’nin içini uzun uzun
gezebilirsiniz. Açıkçası “İstanbul’da
camiden başka şey yok. Bütün camileri gördük. Bunun içine girmeyeyim
diyebilirsiniz” demeyin. Süleymaniye’nin mimarı Mimar Sinan’dır. Hatta Sinan’ın
mütevazı türbesi de burada bulunur. Sinan, Süleymaniye için çıraklık yıllarımın
eseri der fakat bana göre ustaların ustasının en önemli eseridir. Her ne kadar
2010 İstanbul Kültür başkenti projelerinde tadilata girip saçma sapan
restorasyon sonucu akustiğini yitirse de (çünkü Türkiye’de bu kadar önemli
restorasyon işini bile müteahhitler yapar) muazzam bir eserdir. Açıkçası
camiler beni çok etkilemezler fakat Süleymaniye’nin kesinlikle bir büyüsü
vardır. Bu cami söz konusu olduğunda bahsetmemiz gereken çiniler vardır ki
Ahmed Karahisari’nin yaptığı bu çiniler gerçekten görmeye değerdir. Bu hat
ustasının Süleymaniye’nin inşası bittikten sonra kör olduğu söylenir.
Süleymaniye’nin
yanından yürürken hemen sol tarafta yine Osmanlı zamanından kalma bir yapı
vardır ve burada çay-kahve içebilirsiniz. Yemekleri konusunda Murat Belge iyi referans
vermiyor. Ortam güzel ve serindir. Sadece içeri girip dolaşabilirsiniz, buna
izin var.
Süleymaniye
başınızı döndüreceği için biraz yorulmuş olabilirsiniz ama korkmayın şimdiki
yolumuz bizi Eminönü’ne çıkaracak bir yokuş. Aşağıya doğru inerken güle oynaya
ineceğiniz için hemencecik varacaksınız. Yalnızca size tavsiyem ara sıra yoldan
sapıp sol tarafa doğru gitmeniz. Belki binaların aralıklarından muhteşem
İstanbul manzarasını görebilirsiniz.
Çok
yorulduysanız ve ertesi gün yağmurlu olduğu bilgisi varsa yarın Eminönü Yeni Camii’nin
önünde buluşalım ve kuşlara yem atarak güne başlayalım.
Yeni Cami ya da Valide Sultan Camii İstanbul'da 1597
yılında Sultan III.Murat'ın eşi Safiye Sultan'ın emriyle temeli atılan ve 1663'te
zamanın padişahı IV. Mehmet'in annesi Hatice Turhan Sultan'ın büyük çabaları ve
bağışlarıyla tamamlanıp ibadete açılan camidir.Mimar Davut Ağa
tarafından yapılmaya başlanmış, Mimar Dalgıç Ahmet Ağa devam ettirmiş ancak inşaatın başlangıcından 66 yıl
sonra dönemin mimarbaşısı Mustafa Ağa tarafından IV.Mehmet zamanında bitirilebilmiştir. Mimar Sinan'ın Şehzade camii'nde ve SedefkarMimar Mehmet Ağa'nın Sultanahmet camii'nde
kullandığı kubbe planını tekrarlar. Ancak kubbenin piramidi
andırır şekilde yükselmesi kendine has bir özelliktir.Yeni Cami etrafında Valide Sultan Türbesi, sebil Mısır Çarşısı arastası bulunmaktadır. Caminin mimari üslubu, kubbedeki yükseklik vurgusu ve yan cephe revaklarıdır.*
Eminönü
Meydanı diyebiliriz buraya, insanların buluşma yeridir. İstanbul’a ilk kez
gelindiğinde mutlaka buraya uğranılır, kuşlara yem atılır, fotoğraflar çekilir
hatta bazen şaşkın bir kuş size çarpabilir. Gelmişken mutlaka Nimet Abladan
şans bileti alınır. (Yeni Cami’nin hemen yan tarafındadır.) Eğer yeteri kadar
eğlendiyseniz, Yeni Cami’nin karşısında bulunan Mısır Çarşısı’na gidiyoruz.
Bizans zamanında Makro Envalos adında bir çarşının aynı yerde bulunduğu rivâyet
edilmektedir. Bugünkü yapı, 1660 yılında Turhan Sultan tarafından Hassa baş mimarı Kazım Ağa'ya yaptırılmıştır.
Önceleri Yeni Çarşı ya da Vâlide Çarşısı olarak anılan ve
rivâyete göre Mısır'dan alınan vergilerle inşâ edilen çarşı, 18.
yüzyıldan sonra bugün bilinen adıyla anılmaya başlanmıştır. 1691 ve 1940'ta iki
büyük yangın tehlikesini atlatmıştır. Çarşı, son olarak 1940-1943 yılları arasında İstanbul Belediyesi tarafından restore
edilmiştir.*
Burada kendinizden
geçebilirsiniz aman dikkat. Baharatlar, çiçek tohumları, her çeşit lokum,
kurutulmuş bitkiler, doğal ilaçlar,
doğal kokular ne ararsanız bulabilirsiniz. Alışveriş yapacaksanız bazı
bilindik dükkânları tercih etmek isteyebilirsiniz. (Arifoğlu gibi.) Bu mekânın
içinde bulunmak tarihe yolculuk gibidir, aynı şeyi Kapalı Çarşıda da
yaşayacaksınız. Mısır Çarşısı Kapalı Çarşı kadar büyük değil, bitiş kapısına
doğru ilerlerken burnunuza Türk Kahvesi kokusu çarpabilir. Kokuyu takip edin.
Kuru Kahveci Mehmet Efendinin dükkânı hemen çıkış kapısının karşısındadır. Bir
kahve molası vermenin ve kendinizi İstanbul’un kalabalığına ve gürültüsüne
kaptırıp bağıra çağıra muhabbet etmenin tam zamanı. Bu çıktığınız sokak ve onun
paraleli Mısır Çarşısı’ndaki ürünlere ek olarak kahvaltıcıların bulunduğu
yerdir. (Ben buralardan hiç alışveriş yapmadım fakat tezgâhların önü oldukça
kalabalıktır.) Bu sokaktan yukarı doğru çıkarsanız Mahmutpaşa’ya doğru ilerlemiş
olursunuz. Buralarda çeşit çeşit dükkânlar mevcuttur. İncik boncukçular, nişan
düğün eşyaları, gelinlikçiler, oyuncakçılar… saymakla bitmez. Buralarda
dolaşırken ister istemez alışveriş yaparsınız. Fakat eve gidince “bunu niye
aldım” dersiniz.
Kahvecinin yanından doğru
yürürseniz yine çok şenlikli dükkânlar vardır. Şekerciler, pasta malzemesi
satanlar, mutfak eşyaları, davetiyeciler, kırtasiyeler, kâğıtçılar ve sokağın
sonuna doğru tahta ve ağaç kullanılarak yapılan malzemeleri satan peşi sıra dükkânlar,
başınızın dönmemesine imkân yok. (İstanbul’un bu bölgeleri bir yazıyla veya
birkaç gün gezilerek pek anlaşılıp, içimize sindirebileceğimiz yerler değildir.
Buraları yaşamak önemli. Ben bile işim gereği sayısız kez buraları dolaşmama
rağmen hala şaşıracak bir şeyler bulabiliyorum.)
Tekrar Yeni Cami’nin önüne dönüp
çarşıya girmeyip, üst yoldan Sirkeci’ye doğru yürürseniz her yerin teknoloji dükkânı
olduğunu göreceksiniz. Bu arada yolunuza Hacıbekir Lokumları çıkacak. Lütfen
içeri girip, çifte kavrulmuş fındıklı lokumunuzu en azından yarım kilo alınız. Ama
bence eşe dosta da götürürseniz çok sevineceklerdir.
* Bütün italik yazılı alıntılar Wikipedia’dan alınmıştır.
İSTANBUL BOĞAZ |
İSTANBUL BOĞAZ |
MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİVERSİTESİ |
SULTANAHMET İÇ |
SULTANAHMET İÇ |
SULTANAHMET DETAY |
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ DETAY |
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ GENEL |
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ GENEL |
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ İÇ |
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ DETAY |
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ DETAY |
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ İÇ |
CANKURTARAN MANZARALARI |
TAKSİMDE BİR MEYHANE(VİCTORİA) |
MEZELER |
ŞARAP VE MEZE |
SÜLEYMANİYE-1 |
SÜLEYMANİYE GENEL |
SÜLEYMANİYE |
YENİCAMİ |
YENİCAMİ |
YENİCAMİ KUŞLAR |
MISIR ÇARŞISI ( KURUTULMUŞ GÜLLER) |
MISIR ÇARŞISI (LOKUM) |
MISIR ÇARŞISI (LOKUM) |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder