19 Haziran 2014 Perşembe

GİRİŞ



Uzun zamandır aklımda olan bu projeyi sanatta yeterlik programında Grafik Tasarım dersi kapsamında Yrd. Doç. Ülkü Gezer hocamın yönlendirmesi ile hayata geçireceğim için mutluyum. Türkiye'nin tanıtımını yapma fikri dersin kapsamında oluştu. Benim düşündüğüm daha çok gezip gördüğüm (Türkiye'de veya yurtdışında) yerleri arkadaşlarım dışında başkalarıyla da paylaşmaktı. Fakat dersin içeriği beni daha lokal düşünmeye zorladı.
Elbette Türkiye’nin tam ve donanımlı bir tanıtımını yapmak tek başına bir blogla imkansızdır. Benim sizinle neleri paylaşacağım konusu ise şöyledir. Gezip gördüğüm yerleri her şeyiyle paylaşmak blog ruhunu aykırı, dolayısıyla ben daha çok tarihi yerleri ve gezintilerim esnasında hoşlandığım mekanları ve bu mekanların lezzetleri üzerine yazmaya çalışacağım. Ayrıca buralarla ilgili çektiğim fotoğrafları da paylaşacağım.

Bu blogda; “GEZDİM”, “GÖRDÜM”, “ÇEKTİM”, “YAZDIM” başlıklı dört ayrı buton yer almaktadır. Blogda yazıların ve çekilen fotoğrafların hepsi ana sayfada gösterilmekle beraber, istendiği takdirde ayrı başlıklardaki butonlara tıklanarak yazı ve fotoğraflara bağımsız bir şekilde ulaşılmaktadır.
Gezdim butonuna bastığınızda; Türkiye’nin büyük şehirlerinden küçük kasabalarına kadar gezdiğim, beğendiğim veya eleştirdiğim yerlere dair küçük notlar okuyacak ve fotoğraflar göreceksiniz.
Gördüm butonunda fikirlerine değer verdiğim insanların Türkiye ile ilgili yazılarını ve onların çektiği fotoğrafları sizinle paylaşacağım. Bu yazılar ve görseller, ilk örneğimde olduğu gibi, bazen çok eskilere dayanacak bazen de daha yakın zamanlardan olacak.
Çektim butonunda sadece fotoğraf göreceksiniz. Gördüm kısmında az sayıda fotoğraf olduğunu düşünürseniz, çektim kısmından konularla ilgili fotoğraflara bakabilirsiniz.
Yazdım butonunda ise gezintiler esnasında başımdan geçen, kendimce ilginç olayları ve tanıştığım insanları sizinle paylaşacağım.


18 Haziran 2014 Çarşamba

İSTANBUL



Yaşadığım şehir olan İstanbul’da, tatil günlerinde, keyifli zaman geçirebileceğiniz yerler oldukça çoktur. (Fakat çalıştığınız günlerde eğer trafikte zaman geçiriyorsanız kâbus gibi olabilir.)
Gezmek kadar yemek için de sayısız alternatif mekân vardır. Hemen hemen her bütçeye uygun lezzetli ve güzel bir yer bulabilirsiniz. (Bu konuyla ilgili bildiklerimi de paylaşacağım. Çünkü ben hem çalışma hayatımda hem de öğrenciyken İstanbul’da yaşadım. Bana göre İstanbul’un en güzel okullarından birinde Mimar Sinan Üniversitesi’nde. Dolayısıyla en ucuz ve en pahalı yerler konusunda deneyim sahibiyim.)
İstanbul dendiğinde akla hemen tarihi yarımada gelir. Hiç görmeyenler için görülmesi gerekir gerçekten. (Yıllarca İstanbul’da yaşayıp buralara gelmeyen çoktur. İstanbul insanı çeşit çeşit.) Tarihi yarımada söz konusu olduğunda Ayasofya, Sultanahmet, Yerebatan ve Topkapı Sarayı en bilinen tarihi mekânlardır.
Buraların güzelliği hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Fakat Gülhane Parkı’ndan (Gülhane Parkı sarayın aşağı kısmına tekabül eder ve İstanbul’un en heybetli parklarındandır. Daha da heybetlisi Taksimdeki Gezi Parkı tabii ki. Gülhane Parkı tarihte önemli bir yere sahiptir. Hafta içi sakin zamanlarda bu parkta eğer imkân varsa kahvaltı yapılabilir ve çay kahve içilebilir, fakat sadece yürümek de oldukça rahatlatıcıdır. Tatil günlerinde çok kalabalık olmasına rağmen bütün görkemiyle tarihe meydan okuyan o ağaçlar bir arada muhteşemler.) Topkapı sarayına doğru çıkarken sol tarafta kalan İstanbul Arkeoloji Müzesi mutlaka gezilip görülmesi gereken bir müzedir. Hatta İstanbul Arkeoloji Müzesi  VirtualTourist.com tarafından derlenmiş olan İlk 10 Müze Listesi'ne girdi.
İstanbul Arkeoloji Müzesi, çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eserle, dünyanın en büyük müzeleri arasındadır. Türkiye'nin müze olarak inşa edilen en eski binasıdır. 19. yüzyılın sonlarında ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey tarafından İmparatorluk Müzesi olarak kurulmuştur ve 13 Haziran 1891 tarihinde ziyarete açılmıştır.*
Bu mekâna girdiğinizde tarih kitaplarında gördüğünüz tanıdık yüzlerle karşılaşırsınız. Bütün bu yüzler İstanbul’da bu kadar yakında mıydı diye şaşırırsınız. Her heykel ayrı bir şaşkınlıktır. Ama keyifli bir şaşkınlık.
Topkapı Sarayının ana kapısındayken bir tarafınızda Soğukçeşme Sokağı vardır.
Soğukçeşme Sokağı İstanbul'un Sultanahmet semtinde yer alan, üzerinde tarihsel evlerin bulunduğu küçük bir sokaktır. Ayasofya Müzesi ve Topkapı Sarayı arasında yer alan bu sokak trafiğe kapalıdır. Soğukçeşme Sokağı adını yine bu sokakta bulunan, III.Selim dönemine ait 1800 tarihli mermer bir Türk çeşmesinden almıştır.*
Diğer taraftan aşağıya doğru yürüdüğünüzde Cankurtaran’a uzanan bir yol vardır. Tarihle birlikte insan manzaraları da görmek isterseniz doğru yoldasınız, yürüyün biraz ileride Erol Taş’ın kahvesini göreceksiniz. Burada oturup bir kahve içmek sizi eski günlere götürebilir.
Bu sokaklarda yürüyerek ilerlemek bu mekânların dokusunu daha iyi anlamak için idealdir. Eğer fotoğraf çekme merakınız varsa buralarda sıcak samimi portreler çekebilirsiniz.
Eğer vaktiniz varsa Cankurtaran’dan-Yedikule Zindanlarına kadar uzanan yolda (hava eğer serinse) yavaş yavaş yürüyebilirsiniz. Fakat dönüş yolu için toplu taşıma araçlarını kullanmanız akşam Taksim’de bir şeyler içmek için enerjinizin olmasını sağlar.
Çünkü Taksim İstanbul’un gece hayatının merkezidir. Her ne kadar son bir yılda çok farklı anlamlara bürünse de Taksim yine de gece takılmak için oldukça uygun. Taksim bu anlamda ikiye ayrılır bana göre. Nevizade ve Tünel olarak. Nevizade de meyhanelerin yanı sıra daha çok öğrencilerin bir araya gelip vakit geçirdikleri birahaneler de mevcuttur ve fiyatları uygun denebilir. Fakat Nevizade meyhanelerinde önceliğiniz lezzetse hüsrana uğrayabilirsiniz, çünkü yıllardır aynı kuru kalamar ve çok az konulmuş karides tabaklarıyla karşılaşırsınız. Fakat sokakta bulunmak, yan masanın muhabbetine ortak olmak, belki de hayal kırıklığına hiç uğratmayan taze bademden yemek, İstanbul’dur. Daha lezzet odaklı tercihler tünel tarafında mevcuttur. Bilmelisiniz ki buralar pahalıdır. Nevizade’ye göre daha sessiz sayılabilir. (Cuma ve Cumartesi günleri sessiz ve boş yer bulacağınızı ummamalısınız.)
Buraya kadar sizinle paylaştıklarım dolu dolu bir İstanbul gününü geçirmek için uygun. İstanbul’u daha önce hiç görmeyenlere de İstanbul da yaşayıp daha önce buralara gelmeyenlere de şiddetle tavsiyemdir.
Bir diğer İstanbul rotası Sultanahmet Meydanı’ndan yukarı doğru çıkmaktır. Yine bol bol yürümeli bir gün olacak. Sultanahmet’in bu kısmı turistik eşyaların ve her çeşit turistin yoğun olduğu bir bölgedir. Yukarıya Laleli’ye doğru çıkarken Çemberlitaş’tan (Bir diğer adı Konstantin Sütunudur) geçeceksiniz.
M.S. 330’da Başkentin Roma’dan İstanbul’a nakli sebebi ile şehrin ikinci tepesindeki büyük oval bir meydanın ortasına, Konstantin in şerefine dikilmişti. Form Konstantin diye bilinen meydanın etrafı sütunlu galeriler ile çevriliydi. Çemberli taş, yanık sütun olarak ta bilinir. Orijinalinden daha kısa hali ile günümüze gelebilmiştir. Eskiden üstünde Büyük Konstantin’in güneş tanrısı pozundaki heykeli bulunurdu. Sütunun porfir blokları zamanla ve yangınlardan çatladığı için demir çemberlerle çevrilmiştir. Mermer başlık 12 yy., alttaki örme takviye kısmı 18 yy. aittir. Sütunun dibindeki küçük bir odada erken Hıristiyanlığa ait kutsal emanetler odası olduğuna inanılırdı. Buradan geçen ana yol Büyük Konstantin devrinden beri aynı güzergâhtadır.*
Çemberlitaş’ın altında Osmanlıdan kalma altınların olduğu söylenir hep, bu bilgi İstanbul’un efsanelerinden biridir. Çemberlitaş’tan aşağıya doğru yürüdüğünüzde nelerle karşılaşacağınız başka bir günün konusu.
Çemberlitaş’tan yukarı yürümeye devam ettiğimizde hemen sağ tarafta tarihi Çorlulu Ali Paşa Medresesi vardır ki, İstanbul’un en eski kahvehanelerinden biridir. Burada soluklanabilirsiniz. Siyah çayın yanı sıra adaçayı ve elma çayı da tercihler arasında olabilir. Ayrıca nargile tüttürmek için de idealdir. Fakat bana göre böyle mekânların mevsimi sonbahardır. Birazcık da üşümüşseniz bu kahvehane biraz klasik olacak ama içinizi ısıtabilir.
Kahveden çıktıktan sonra gezimize aynı istikamette devam edersek, her zaman çok fazla kalabalık olan, Beyazıt Meydanı’na ve dünyanın en eski üniversitelerinden birinin kapısına varırız. Bu kapı üniversiteye hazırlanan her öğrencinin hayalidir. İçeriye girip dolaşmanıza izin verilmeyecektir (Çünkü üniversitenin kapısında güvenlik durmaktadır!) ama girebilseniz oldukça geniş bir bahçe ve Beyazıt Kulesi’ni göreceksiniz.
Beyazıt Kulesi, yangınları gözetlemek ve haber vermek amacıyla İstanbul 'un Beyazıt semtinde 1749 yılında inşa edilen 85 metre yüksekliğinde kule. Gözetleme yerine kadar çıkan merdivenler 180 basamaktan ibarettir. Başlangıçta ahşap olarak inşa edildi. 1756'daki Cibali yangınında yandı. 1826'da yeniden yapılan kule yeniçeri ayaklanmasında tekrar yandı. Kule üçünçü kez Sultan II.Mahmut zamanında, 1828 yılında Senekerim Balyan'ın mimarlığı altında tekrar yapıldı. Beyazıt Yangın Kulesi, Nöbet Katı, İşaret Katı, Sancak Katı olmak üzere üç bölümden oluşur. Yangın, Beyazıt Kulesinden gündüz sarkıtılan sepetlerle, gece ise fener yakılarak haber verilirdi. Uzun süre geceleri farklı renklerde aydınlatılarak İstanbullulara ertesi günün hava tahminin duyurulması için kullanıldı. Kulenin mavi renkte aydınlatılması ertesi gün havanın açık olacağını, yeşil yağmuru, sarı sisi ve kırmızı karı haber verir. Bu uygulamaya 1995 yılında son verildi, 2010 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin girişimiyle tekrar başlandı.1997 yılında başlayan restorasyon çalışmalarına kadar kullanılamayacak durumda olan kule iki yıl süren çalışmalar sonucunda eskiden olduğu gibi yangın gözetleme, meteoroloji ve yol durumunu bildirmek amacıyla kullanılmaktadır. Günümüzde İstanbul Ünivetrsitesi'nin Merkez Kampüsü içinde yer alır.*
İstanbul Üniversitesinin hemen karşısındaki camii Beyazıt Camii’dir.
Bayezid Camii (Beyazıt Camii ve Beyazıd Camii olarak da bilinir) İstanbul'un Bayezid semtinde  Sultan II.Beyazıd tarafından yaptırılmış ünlü bir cami. Osmanlı klasik dönem mimarisinin erken dönem eserleri arasında bir yapıdır. Semte dağınık bir şekilde inşa edilmiş olan külliyenin ana elemanı durumundaki parçasıdır. Mimarının kim olduğu kesin olarak bilinmez.*
İstanbul Üniversitesinin yanındaki caddeden yürümeye başladığınızda etrafınızdaki binaların üstlerindeki tabelaları okuyunuz hepsi üniversitenin bir parçasıdır.
Aralarda bolca kırtasiye ve irili ufaklı kafeler mevcut, hepsi de öğrenci işi. Bu küçük gezinti sürerken eğer acıktığınızı düşünürseniz yine bir İstanbul klasiğini yaşamak üzeresiniz. Süleymaniye Camii’nin önünde bulunan kuru fasulyeciler hem çok ucuz hem çok lezzetli. (Yurtdışındaki gezilerimizde her zaman turdan kopup yerel halkın yiyip içtiği yerleri bulmaya çalışmışımdır. Çünkü işletme orada yaşayan birini memnun etmişse işini doğru yapıyor demektir.) İşte Süleymaniye’ye gittiğinizde, üniversite kantini fiyatına yediğiniz kuru fasulye, pilav, salata ve ayran dörtlüsünün çok lezzetli olduğunu görürsünüz. Çünkü burada genellikle turist bulamazsınız.
 Yemekten sonra Süleymaniye’nin içini uzun uzun gezebilirsiniz. Açıkçası  “İstanbul’da camiden başka şey yok. Bütün camileri gördük. Bunun içine girmeyeyim diyebilirsiniz” demeyin. Süleymaniye’nin mimarı Mimar Sinan’dır. Hatta Sinan’ın mütevazı türbesi de burada bulunur. Sinan, Süleymaniye için çıraklık yıllarımın eseri der fakat bana göre ustaların ustasının en önemli eseridir. Her ne kadar 2010 İstanbul Kültür başkenti projelerinde tadilata girip saçma sapan restorasyon sonucu akustiğini yitirse de (çünkü Türkiye’de bu kadar önemli restorasyon işini bile müteahhitler yapar) muazzam bir eserdir. Açıkçası camiler beni çok etkilemezler fakat Süleymaniye’nin kesinlikle bir büyüsü vardır. Bu cami söz konusu olduğunda bahsetmemiz gereken çiniler vardır ki Ahmed Karahisari’nin yaptığı bu çiniler gerçekten görmeye değerdir. Bu hat ustasının Süleymaniye’nin inşası bittikten sonra kör olduğu söylenir.
Süleymaniye’nin yanından yürürken hemen sol tarafta yine Osmanlı zamanından kalma bir yapı vardır ve burada çay-kahve içebilirsiniz. Yemekleri konusunda Murat Belge iyi referans vermiyor. Ortam güzel ve serindir. Sadece içeri girip dolaşabilirsiniz, buna izin var.
Süleymaniye başınızı döndüreceği için biraz yorulmuş olabilirsiniz ama korkmayın şimdiki yolumuz bizi Eminönü’ne çıkaracak bir yokuş. Aşağıya doğru inerken güle oynaya ineceğiniz için hemencecik varacaksınız. Yalnızca size tavsiyem ara sıra yoldan sapıp sol tarafa doğru gitmeniz. Belki binaların aralıklarından muhteşem İstanbul manzarasını görebilirsiniz.
Çok yorulduysanız ve ertesi gün yağmurlu olduğu bilgisi varsa yarın Eminönü Yeni Camii’nin önünde buluşalım ve kuşlara yem atarak güne başlayalım.
Yeni Cami ya da Valide Sultan Camii İstanbul'da 1597 yılında Sultan III.Murat'ın eşi Safiye Sultan'ın emriyle temeli atılan ve 1663'te zamanın padişahı IV. Mehmet'in annesi Hatice Turhan Sultan'ın büyük çabaları ve bağışlarıyla tamamlanıp ibadete açılan camidir.Mimar Davut Ağa tarafından yapılmaya başlanmış, Mimar Dalgıç Ahmet Ağa devam ettirmiş ancak inşaatın başlangıcından 66 yıl sonra dönemin mimarbaşısı Mustafa Ağa tarafından IV.Mehmet zamanında bitirilebilmiştir. Mimar Sinan'ın Şehzade camii'nde ve SedefkarMimar Mehmet Ağa'nın Sultanahmet camii'nde kullandığı kubbe planını tekrarlar. Ancak kubbenin piramidi andırır şekilde yükselmesi kendine has bir özelliktir.Yeni Cami etrafında Valide Sultan Türbesi, sebil Mısır Çarşısı arastası bulunmaktadır. Caminin mimari üslubu, kubbedeki yükseklik vurgusu ve yan cephe revaklarıdır.*
Eminönü Meydanı diyebiliriz buraya, insanların buluşma yeridir. İstanbul’a ilk kez gelindiğinde mutlaka buraya uğranılır, kuşlara yem atılır, fotoğraflar çekilir hatta bazen şaşkın bir kuş size çarpabilir. Gelmişken mutlaka Nimet Abladan şans bileti alınır. (Yeni Cami’nin hemen yan tarafındadır.) Eğer yeteri kadar eğlendiyseniz, Yeni Cami’nin karşısında bulunan Mısır Çarşısı’na gidiyoruz.  
Bizans zamanında Makro Envalos adında bir çarşının aynı yerde bulunduğu rivâyet edilmektedir. Bugünkü yapı, 1660 yılında Turhan Sultan tarafından Hassa baş mimarı Kazım Ağa'ya yaptırılmıştır. Önceleri Yeni Çarşı ya da Vâlide Çarşısı olarak anılan ve rivâyete göre Mısır'dan alınan vergilerle inşâ edilen çarşı, 18. yüzyıldan sonra bugün bilinen adıyla anılmaya başlanmıştır. 1691 ve 1940'ta iki büyük yangın tehlikesini atlatmıştır. Çarşı, son olarak 1940-1943 yılları arasında İstanbul Belediyesi tarafından restore edilmiştir.*
Burada kendinizden geçebilirsiniz aman dikkat. Baharatlar, çiçek tohumları, her çeşit lokum, kurutulmuş bitkiler, doğal ilaçlar,  doğal kokular ne ararsanız bulabilirsiniz. Alışveriş yapacaksanız bazı bilindik dükkânları tercih etmek isteyebilirsiniz. (Arifoğlu gibi.) Bu mekânın içinde bulunmak tarihe yolculuk gibidir, aynı şeyi Kapalı Çarşıda da yaşayacaksınız. Mısır Çarşısı Kapalı Çarşı kadar büyük değil, bitiş kapısına doğru ilerlerken burnunuza Türk Kahvesi kokusu çarpabilir. Kokuyu takip edin. Kuru Kahveci Mehmet Efendinin dükkânı hemen çıkış kapısının karşısındadır. Bir kahve molası vermenin ve kendinizi İstanbul’un kalabalığına ve gürültüsüne kaptırıp bağıra çağıra muhabbet etmenin tam zamanı. Bu çıktığınız sokak ve onun paraleli Mısır Çarşısı’ndaki ürünlere ek olarak kahvaltıcıların bulunduğu yerdir. (Ben buralardan hiç alışveriş yapmadım fakat tezgâhların önü oldukça kalabalıktır.) Bu sokaktan yukarı doğru çıkarsanız Mahmutpaşa’ya doğru ilerlemiş olursunuz. Buralarda çeşit çeşit dükkânlar mevcuttur. İncik boncukçular, nişan düğün eşyaları, gelinlikçiler, oyuncakçılar… saymakla bitmez. Buralarda dolaşırken ister istemez alışveriş yaparsınız. Fakat eve gidince “bunu niye aldım” dersiniz.
Kahvecinin yanından doğru yürürseniz yine çok şenlikli dükkânlar vardır. Şekerciler, pasta malzemesi satanlar, mutfak eşyaları, davetiyeciler, kırtasiyeler, kâğıtçılar ve sokağın sonuna doğru tahta ve ağaç kullanılarak yapılan malzemeleri satan peşi sıra dükkânlar, başınızın dönmemesine imkân yok. (İstanbul’un bu bölgeleri bir yazıyla veya birkaç gün gezilerek pek anlaşılıp, içimize sindirebileceğimiz yerler değildir. Buraları yaşamak önemli. Ben bile işim gereği sayısız kez buraları dolaşmama rağmen hala şaşıracak bir şeyler bulabiliyorum.)
Tekrar Yeni Cami’nin önüne dönüp çarşıya girmeyip, üst yoldan Sirkeci’ye doğru yürürseniz her yerin teknoloji dükkânı olduğunu göreceksiniz. Bu arada yolunuza Hacıbekir Lokumları çıkacak. Lütfen içeri girip, çifte kavrulmuş fındıklı lokumunuzu en azından yarım kilo alınız. Ama bence eşe dosta da götürürseniz çok sevineceklerdir.

* Bütün italik yazılı alıntılar Wikipedia’dan alınmıştır.

İSTANBUL BOĞAZ

İSTANBUL BOĞAZ

MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİVERSİTESİ

SULTANAHMET İÇ

SULTANAHMET İÇ

SULTANAHMET DETAY

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ DETAY

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ GENEL

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ GENEL

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ İÇ

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ DETAY

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ DETAY

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ İÇ


CANKURTARAN MANZARALARI

TAKSİMDE BİR MEYHANE(VİCTORİA)

MEZELER

ŞARAP VE MEZE

SÜLEYMANİYE-1

SÜLEYMANİYE GENEL

SÜLEYMANİYE

YENİCAMİ

YENİCAMİ


YENİCAMİ KUŞLAR

MISIR ÇARŞISI ( KURUTULMUŞ GÜLLER)

MISIR ÇARŞISI (LOKUM)

MISIR ÇARŞISI (LOKUM)